18 Eylül 2014 Perşembe

Check out! I'm blonde, I'm skinny,I'm rich and I AM ISTANBUL BITCH!

açınca fark ettim bayadır yazmıyormuşum. ama bunu yazmadan duramazdım. şarkıları dinleyip, videoları izleyerek konsere takılı kalmaktansa yazarak sistemimden atmaya çalışacağım. evet, Lady Gaga konserinden bahsediyorum.

nereden başlasam.. son albümü çıktığında bir kere dinleyip sonra bir daha yüzüne bakmamıştım açıkçası çünkü çok benimseyememiştim. konsere iki gün kala çıkarıp dinledim ve konser heyecanından mıdır nedir bilemiyorum albümü epey beğendim. bir kaç şarkının sözlerini görmezden gelirsek (bkz. Swine, Sex Dreams, MANiCURE) özellikle müzikler konusunda oldukça güzel bir albüm.

KONSER ÖNCESİ VE LADY STARLIGHT İŞKENCESİ

konser günü geldiğinde daha önceki Rihanna konseri sahaiçi faciasından aldığım derslerle barikat önünü kapmayı başardım. heyecanla sahne anını beklemeye başladım. saat 19:30 sıralarında ön grup olan hanım kızımız Lady Starlight sahneye çıktı. Lady Gaga'nın kostüm tarzından hiç etkilenmemiş olacak ki basma elbise giymişti. hayatımda gördüğüm en kötü DJ performansını sergiledi. daha sonra Twitter'dan da kendisi hakkındaki yorumları okuyunca bu konuda yalnız olmadığımı fark ettim. sahnede kaldığı 1 saat bize bir yıl gibi gelmiş olsa da o sahneden indikten sonra çalan dımtıs dımtıs şarkılar son yarım saatin nasıl geçtiğini anlamadık. hatta öyle ki Gaga sahneye tam 9'da çıkınca bir an herkes şoka girdi.


VE ŞOV BAŞLADI

ben şahsen ne gördüm ne duydum; özellikle Türkiye'ye gelen "dünya starlarının" hep geç çıkması konuşulur ama Gaga tam 9'da şovuna başladı. ARTPOP'la epik bir giriş yaptı sonra art arda G.U.Y. , Donatella ve Venus ile devam etti. böylece albümde en sevdiğim şarkılarla hızlı bir giriş oldu. özellikle Venus'ü canlı izlemek istiyordum ve harikaydı ama şahsen seyircilerin coşkusu bana yeterli gelmedi. Gaga'nın devamlı "put your hands up" gibi komut vermesi de bu hissimi kuvvetlendirdi.


"İstanbul, seni seviyorum" şeklinde bir giriş yaparak içimizi eriten Lady Gaga, bulduğu her fırsatta da şarkılara İstanbul lafını sıkıştırdı. Benim kişisel olarak en sevdiğim Donatella'nın başındaki "Check out! I'm blonde, I'm skinny,I'm rich and I AM ISTANBUL BITCH!" kısmı oldu. tabii İstanbul lafını her duyuşta kalabalıktaki reaskiyon da arttı.

ROCKSTAR GAGA

konserde beğendiğim bir noktada şarkılardaki rock alt yapısıydı. pop star olarak anılan Gaga bu turnesi için rockstar olmaya karar vermiş olacak ki konser popdan daha çok rock konseri gibiydi. sözleri çok berbat olsa da özellikle MANiCURE'da ve diğer bir çok şarkıda rock altyapısı kendisini hissettirdi.


Just Dance, Poker Face ve Paparazzi gibi eski şarkılarıyla devam eden Lady Gaga konserin bu kısmında seyirciyi tamamen ele geçirdi. açıkçası gözümü kırpmadan sahnede olup biten herşeyi izledim. arada kostüm değiştirmeye gittiğinde bile sahnede olan bir takım hareketlilikler vardı.


YOU AND I VE DORUK NOKTASI

daha önceden konserin setlist'ine baktığım için bu noktaya kadar şarkılar benim için çok sürpriz olmadı. hatta Yoü and I çalmayacak diye çok üzülüyordum ki bir anda piyano başına geçip çalmaya başladı. benim adıma konserin doruk noktası bu oldu.



hemen ardından gelen Born This Way ve Gaga'nın yaptığı duygusal konuşma da üzerine bal kaymak oldu. ama o İranlı kızı sahneye çıkarmayacaktı. umarım kızın başına bir şey gelmemiştir baya bir kişinin nefretini topladı. ayrıca çıkıp sadece oturdu insan sırnaşır, selfie çeker bir şey yapar! Lady Gaga yanında piyano başında şarkı söylerken öylece oturduğuna hala inanamıyorum.


VE GAGA SOYUNUR...

tam olarak ne zamandı bilmiyorum ama bir ara saatime baktığımda saat daha 10'du ve içime bir sevinç doğdu. "daha bir saat olmuş yaşasın bitmesine daha çok var" şeklinde bir coşkuyla konseri izlemeye devam ettim. 

konserin ikinci doruk noktası Lady Gaga'nın sahnede kıyafetini değiştirmesiydi. Ratchet eşliğinde üzerini değiştiren Gaga, konser boyu giydiği en kötü kostümünü üzerine geçiriverdi. Bad Romance, Applause, Swine ve Gypsy derken konser ansızın bitti ve geriye hatırası kaldı. 

28 Mayıs 2013 Salı

kalbi temiz

hep ayni seyleri yasiyorum sanirim. bugun yasadigim olaydan ve kisa capli bir krizden sonra soyle eski yazdiklarimin arasinda bir gezindim. bu yaziyi ariyordum, buldum. son paragrafta;

"olaylar durulunca ise güçlü olmanın bedeli ağır oluyor. omuzlarına çöküyor bütün ağırlığıyla ve işte o zaman birine ihtiyaç duyuyor, bir yer arıyor yükünü hafifletebilmek için çünkü yaşarken o yükün farkında olmuyor, yaşarken daha kolay oluyor baş etmesi. sonra yine şanslı olan hafifletiyor omuzlarındaki, kalbindeki yükü kimi arkadaşına kimi sevgilisine kimi kocasına koşuyor paylaşıyor, hafifletiyor, azaltıyor hatta bitiriyor ama herkes o kadar şanslı olamıyor çünkü konuşamıyor, anlatamıyor, ağlayamıyor sadece durup boş boş bakıyor etrafa. iştahı kaçıyor, uykusu kaçıyor, enerjisi bitiyor, toparlanamıyor. sonra zaman geçiyor herkes atlatmışken o daha zor daha uzun sürede atlatıyor ve sonunda geçiyor sanıyor ama geçmiyor. bir gün, bir olay, bir söz, bir şarkı ya da bir hareket tekrar yaşatıyor aynı şeyleri.hiçbir zaman tam olarak geçmiyor, kabus bitmiyor.. tam uyanıyorum sanıyor gözlerini açıyor ve başka bir olay, başka bir sahne ama aynı acılar ve süreç kendini tekrarlıyor bilmem kaçıncı kez...ne onunla yaşamayı öğrenebiliyor ne kaçabiliyor ne de görmezden gelebiliyor.. her seferinde aynı.."

demisim. okuyunca icimden bir ses hak verdi katildi bu kelimelere cunku aslinda bugun yasadigi da farkli bir sey degildi. hatta belki bir daha yasayacaktim.. acaba bu bir kisir dongu muydu? HAYIR! elbette degildi ama degistirmek icin calisilmasi gerekiyordu.

hayat boyle bir sey sonucta; duse kalka... bazen her sey super giderken bir telefon aliyorsunuz ve degisiveriyor tum dunyaniz. bir gun bir sey goruyorsunuz, bir sarki dinliyorsunuz, bir yere gidiyorsunuz sonra gecmisten bir seyler portluyor ve dusuveriyorsunuz. o haberlerin, telefonlarin, gecmisi hatirlatanlarin zamanlamasi hic bir zaman iyi olmayacak. biz hic bir zaman beklemeyecegiz ama onlar hep gelecek. kabul etmek gerekiyor sanirim. kabullenmek. hayati iyisiyle kotusuyle oldugu gibi sevmek. o yaziyi yazdigimda ne kadar karamsar oldugumu ben simdi gorebiliyorum ama eminim zaten o yaziyi yazmis olmak bile o an icin yapabilecegim en iyi seydi. su an icinse barisik olmak, gecmise kizmamak ve fonda dinledigim sarkiyi dinleyip bu yaziyi yazmak yapabilecegim en iyi sey. yasiyoruz ve yasayacagiz. biz yasadikca iyi anilarimiz da var olacak kotuleri de. yeter ki ogrenmeyi bilelim. yeter ki hayata kizmayalim ve aslinda onun kalbi temiz bir cocuk oldugunu bilelim..

5 Mart 2013 Salı

neden kendime kartpostal yolluyorum?

evet, bir süredir yaptığım bir şey bu; gittiğim yerlerden kendime kartpostal yollamak. ilk olarak 2012 Nisan ayında başladım bu geleneğime. Amerika'dan Türkiye'yi gezmeye geldiğimiz gruptaki öğretmenlerden biri kartpostal yollamaya öyle meraklı ve heyecanlıydı ki gezi boyunca kendi attığı gibi öğrencilerinin de ailelerine kart atmalarını sürekli tavsiye ediyordu. sonra düşündüm ve hiçte fena bir fikir olmadığına karar verdim. ben Boston'a dönünce aileme/arkadaşlarıma güzel bir sürpriz olacak diye düşünerek ben de katıldım kart yollayanlar kervanına ama içim buruk... ya ben ne olacaktım? heee BANA KİM KART ATACAKTI!? bu düşüncelerle Meryem Ana Kilisesi'nde kartpostal seçerken birden bire aklıma bir fikir geldi; neden ben de kendime kart atmıyordum ki! hemen kolları sıvadım ve ilk kartpostalımı yazdım veeee yolladım!

"Sevgili Ben, bu kendine gönderdiğin ilk kartpostal. son olmayacağı kesin. burada çok güzel geçirdik. kilise görevlisiyle ayaküstü muhabbet ettik. umarım buraya tekrar gelirim. sevgiler..." 20/04/2012

her ne kadar kartın geleceğini bilsem de içimde bir heyecan bekledim durdum. tabii kart gelene kadar o gün aceleyle ne yazdığımı da unutmuştum. kart geldi ve anladım ki kendi kendine kart gönderme işi baya keyifliydi! sonraki durak Yale Üniveristesi oldu. bir sonraki Niagara Şelaleleri ve en son durağım Londra! he bir de hatıra olsun diye kendime yazdığım ama göndermediğim Salem,MA kartpostalım. 5 farklı yer 6 kartpostal. ( ne olur ne olmaz biri kaybolursa diğeri gelsin diye bir eve bir de matbaaya kart yolladım Londra'dan ve ikisi de geldi.)

işte böyle sevgili okur (eğer varsan). gittiğim yerden kendime kart atıyorsam bir bildiğim var elbet! deli değilim, ben sadece hayattan zevk almasını ve kendimi mutlu edecek küçük gelenekler bulmasını seven biriyim.


4 Mart 2013 Pazartesi

yayin basligi

londra'dan doneli beri hizi basladigim Istanbul tempoma bugun bir ara verdim. bir dersim iptal oldu digerini de ben iptal ettim kafadan derkeeeeen kendimi elimde cig kofte durum-ayran ikilisiyle Basaksehir'in gozde mekani Olimpa sinemalarinda Kelebegin Ruyasi izlerken buldum.

sinema salonunun kalitesizligi ne demekmis bana ogrettigi icin oncelikle Olimpa'ya tesekkurlerimi iletiyorum. her ne kadar goruntu yer yer, zaman zaman bulaniklassa da filmin guzelliginden bir sey eksiltmedi. daha once "cok siir var" gibi sacma elestiriler duydugum filmin siir dozunu az bile buldum diyebilirim. beklentilerim de bir hayli dusuk gittigim icin cok basarili buldum acikcasi. oyle siir asigi bir insan olmasam da severim yani okusun biri guzel ve manasiz gozuken dizeler ben dinlerim.

bir de Tom Odell adinda bir genci tanidim, bildim bu hafta. facebook'tan onermisler Another Love sarkisini. kendisi British'mis ve 90'liymis. ilk single'ini yayinlamis ocak ayinda. nisanda da albumu cikiyormus. 4 sarkilik bir albumu var su an. albumun adi Songs from Another Love. ben dinledim, begendim, sevdim. boyle bir tutam Radiohead bir tutam Damien Rice karisimi gibi ama ozgun bir tarzi var. severim boyle gencleri(ayni yastayiz). her neyse ben bildim, siz de bilin. sarkinin videosunu da ekliyorum asagiya.

diyeceklerim bu kadar.


24 Şubat 2013 Pazar

this girl is on fire!


aylardir vazgecemedigim ve bikmadigim bir aliskanligim var; sut ve muz. ister bir elimde sut bir elimde muz birlikte tuketiyim, ister usenmeyip mikserde ikisini cirpip muzlu sut haline getiriyim, ne yapsam doyamiyorum. hele de aksam bilgisayar basinda dizi izlerken ya da yatmadan once harika oluyor.

bu yazi basligini sevgili Alicia Keys'in sarkisindan aldi. her ne kadar Glee versiyonunu yani Naya Rivera'nin cover'ini daha cok begenmis olsam da kendisine buradan sevgilerimi yolluyorum cunku bu aralar bu sarkiyi durmaksizin dinliyorum. benim "gelecege umutla bakan cocuk" modumdan midir nedendir bilmiyorum ama sarki gercekten cok hosuma gitti. hatta Londra sokaklarinda on bes ayri klip cektim sarkiyi dinlerken.

ve tabii belki de bu sarki surekli planlar yapip bir turlu gerceklestirmeyen benligime bir armaganim da olabilir. mesela daha bugun 'bir video blog yapsam ne guzel olur'un uzerine yol boyunca planlar yapip durdum. gerceklesecek mi hepimiz gorecegiz. aslinda gezerken falan baya video cekiyorum hatta 10 tane cektiysem 1 ya da 2 tanesini de Facebook'a koyuyorum ve insanlardan da guzel tepkiler aliyorum ama bunu bloglastirma isi ne kadar olur, nasil olur bilemedim. bir de video cekerkenki eee'lerime meee'lerime ve burun kasimalarima da bir duzenleme getirmem gerekebilir, insan izleyecek onu sonucta degil mi?

gezmeyi cok seviyorum. gezmeyi sevdigim kadar bunu insanlarla paylasmayi, gittigim yerler hakkinda tavsiyelerde bulunmayi ve o yerleri anlatmayi da sevdigime karar verdim. usenmesem ve yazsam mesela ne guzel olmaz mi? bakarsin ileride gezi rehberi yazari falan olurum. o degil de sirf bu anlatma, paylasma merakima ne kadar "hayir duasi" aldim su Londra'ya geleli beri.(!) biliyorum su anda pek cok insan benden nefret ediyor ama inanin kotu bir niyetim yok gencler. neyse artik kazasiz belasiz doneyim de evime yurduma baska bir sey istemiyorum. nazarlarinizi sonrasina saklayiniz.

izlemeyi unuttugum son 3 Girls bolumu indigine ve sut-muz ikilim tuketilmeye hazir bekledigine gore simdi dagilabiliriz. usenmeyip yazdigim bir zaman tekrar gorusmek uzere.

2 Şubat 2013 Cumartesi

daldan dala

- bir suredir cevremdeki insanlardan mukemmelliyetci biri oldugum konusunda seyler duyar oldum. hatta bir gun annemden bir gun ablamdan `mukemmelliyetci kisilikler` hakkinda yazilan cesitli makaleler, yazilar, haberler geliyor mesaj kutuma. oyle miyim degil miyim bu konuda kendimi hekimlere emanet ediyorum ama dogruluk payi da var bence. mesela her gun kafamda 3 entry girdigim su bloguma bir gun olsun oturup bir sey yazmis degilim. CUNKU; o mukemmel ani, fonda yazdigima uygun gidecek bir muzigi, tam modumda olmayi falan bekliyorum. hatta su an turkce olmayan bir klavyede yaziyor olmak bile sevkimi kiriyor olsa da sozde mukemmelliyetciligimi yenmeye calisiyorum. artik bahaneye yer yok.

- bu arada az once yine blog yazma niyetiyle bilgisayar basina oturup sonra baska tur yapabilecegim ne varsa yaparken Coldplay'in Live 2012 albumu geldi aklima ve indiriverdim. su an fonda da o var. ILK DEFA konserine katildigim bir konser albumunu dinliyorum. SONUC; eblek eblek siritmak. seyirci cigliklarini duydukca yuzum guluyor.

- dun teyze olmamin 5.yildonumuydu yani Guzide'min dogum gunuydu. biz de bugun kutladik. bir teyzelik gorevi olarak dogum dunu palyacosu oldum. ama boyle dusununce simdi ve Guzide'nin ellerine bakinca bazen aklima geliyor; hayat cok garip, zaman cooook hizli geciyor. tabii buyuyen sadece elleri degil, kocaman kiz oldu Guzide. ve ben de buyudum, degistim. bi aralar "dayi" dedirtmeye calisiyordum. sonra "cimbom teyze"oldum. sonra sirasiyla komik teyze, teyze, teyzos, beyzos,anne falan oldum. ve hatta en son geldiginde "catlak yumurta" diyordu bana. enteresan. kendimi cok buyumus hissediyorum ama bir yandan da daha hic buyumedigimi iyi biliyorum. iki cocuk teyzesi hala cocuk bir beyza var karsinizda.

- 2013 yili kayiplarla basladi. ilk once Kasim 2012'de canim dedemi kaybettik. hani boyle bir burukluk birakiyor insanin icine her kayip. arada aklina geliyor ve deli gibi ozluyorsun falan. ama bir yandan da bir bakmissin unutuyorsun, guluyorsun, devam ediyorsun. bir gun ruyanda goruyorsun. oyle gidiyor.
bir diger kayip olarak M.Ali Birand'dan bahsetmek istiyorum. Dipnot Akademi sertifika programina baslamamla beraber daha onceden bir merak olan gazetecilik bir basamak atlayarak meslek edinmeyi isteme seviyesine geldi benim icin. kurs sirasinda da CNN Turk'te bir gun gecirme imkanimiz oldu ve iste o gecirdigim bir gunde Birand'i sahsen gorme imkanim olmustu. Birinde koridorda yanindan gectim. Digerinde ise Ender Aysever'in programina hazirlanirken uzaktan izledim studyoda. simdi keske gidip yanina tanissaymisim diyorum ama o an istememistim nedense. sonrasinda Can Dundar'in yazdigi "Birand" kitabini da okudum ve derken en son kendisine CV'mi yollamistim yaninda staja baslamak istedigim icin. yani Aralik ayim Mehmet Ali Birand'la gecti diyebilirim. ve iste bilmiyorum bekledigimden daha cok etkilendim, uzuldum olumune.
boyle kayiplarla basladi dedim basta ama iste bu ikisini sayacaktim kendi adima.

- tam bir hafta sonra kismetse Londra yolcusuyum. cocuklugumdan beri gitme hayalleri kurdugum sehir beklesin beni cunku geliyorum! bundan iki yil once aldigim national geographic Londra klavuzum bile hazir! aslinda keske gitmisken soyle guzel bir konsere falan denk gelsem diyorum ama bakalim. COK HEYECANLI oldugumu belirtmeme gerek var mi?

- bugun hesapladim yaklasik 5 ay olmus ben buraya geleli. bana sanki yil olmus gibi geliyor. bazen biraz yavas ve yogunluksuz yasamaliyim diye dusunmuyor degilim ama denedim, olmuyor, yapamiyorum. at gibi kosturmadan yasayamiyorum. Londra'ya gidene kadar pek bir yogunlugum yok ama sonrasi icin yine cilgin planlar, stajlar bir seyler olacak muhtemelen. hizli yasayip GEC olmek dilegiyle...

- bizim okuldaki not sistemini degistirenlere gelecek siradaki lafim. efendim CAN KALKTI MERTLIK BOZULDU! resmen 80-90 alip BA ile geciyoruz. ben 60-70 alip AA ile gectigimi bilirim ki hey gidi gunler! MEB bursu icin ortalamami yukseltmemin gerekliligini de goz onunde bulundurursak acikcasi hayatimda ILK DEFA sinavlarimi, notlarimi stres eder oldum. dert sahibi oldum ve bu hic bana gore bir sey degil!

- yazmak isteyipte yazmadigim baska ne vardi diye dusunuyorum da sanirim yazdim hepsini ya. hani unuttuysam da unuttum! (sair burada ilk maddede bahsettigi mukemmelliyetcilik meselesine gonderme yapiyor.)

hadi oyleyse yallah!

19 Aralık 2012 Çarşamba

21 Aralık'ta asıl kıyamet yarının anlam ve önemini unutanlar için kopacak.

bazı albümler ya da şarkılar onları ilk keşfettiğim ve dinlediğim zamana, mekana, hava sıcaklığına yapışıp kalıyorlar. aynı kokular gibi. nereye giderseniz gidin aynısından bir koku duysanız hemen onu ilk tattığınız ana gidersiniz çünkü o koku o ana aittir. benim için şarkılar da öyle. Florence and the Machine'in ilk albümü üniversite ikinci sınıfıma ait mesela. Okula giderken kullandığım otobüse, kışın soğukta yürüdüğüm Çapa'daki evimin sokağına, o seneye dair hissettiğim her şeye yapışıp kalmış. Ne zaman dinlesem geri götürüyor beni o zamana. Mesela Blind Pilot tamamen Boston'ın soğuk ilkbaharına ait. Okula giderken bindiğim Green Line'a, havanın ne soğuk ne sıcaklığına, yaşadığım heyecana ait. Aynı şeyi anlatmak için bir çok albüm ve sanatçı da sayabilirim. Ama burada bana garip gelen beynimin bu bağı kuruyor olması. Aynı koku gibi bu belli melodilerin onları ilk tattığım ana yapışık kalması garip bence. Bu bağ kurmaca çok acımasız olabiliyor, vesselam.

İstanbul'a dönme sürecinde bir çok endişem vardı. nasıl gitmeden önce Boston'da olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemediysem gelmeden önce de tekrar İstanbul'da olmanın üzerimde nasıl bir etkisi olacağını hesaplayamadım, hayalini kuramadım. geldim, yaşıyorum. ilk zamanlar bir hayli zor olmuş olsa da, Boston'ı tahminimden çok özlemiş ve aramış olsam da şimdi artık tam İstanbul'lu oldum. ama bir değişiklik var. artık İstanbul'dan kopmaya hazırlıklı bir İstanbul'luyum. nedense artık buraya ait hissetmiyorum. nereye mi aidim? geldiğim yere...

tüm bu ait olmama hissini bir kenara bırakırsak da aslında düşündüğümden daha fazlasını yapıyorum şu an İstanbul'da. hiç planlamadan karşıma öyle güzel fırsatlar çıktı geldim geleli. büyüsü bozulmasın diye çok üstüne konuşmak istemesem de bence üstüne düşünüp şükretmeliyim. he bir de beklemeliyim. yarın kim bilir nerede ve kimlerle hiç düşünmediğim hangi işlere kalkışıyor olacağım? bu kadar gizem yeter!

aslında bu daldan dala yazımı geleneksel tüm sene hiç bir şey yazmayıp Aralık gelince şakıyan halimin geleneğini bozmamak için yazıyorum. eee Aralık en sevdiğim ay ne de olsa. en sevesimin ve sevilesimin olduğu zaman. bir de kıyamet kopacakmış varsın kopsun! yarın çok güzel bir gün olacak. 20.12.2012 (ikibinoniki-ikibinoniki)

ve o zaman ne sıcak ne soğuklarda parklarında oturduğum, sokaklarında yürüdüğüm şehre gelsin... seni çok özledim.